top of page
Yazarın fotoğrafıtheralifepsikoloji

KABULLENMENİN ETKİSİ



Kabullenmek çoğu zaman yanlış anlanan ve yorumlanan bir kavramdır. Biz insanlar kabullenmeyi boyun eğmek ya da güçsüzlük olarak tanımlayıp yorumlayabiliyoruz. Oysaki kabullenmek, var olan bir durumu herhangi bir yorum yapmadan, olumlu ya da olumsuz anlamlar yüklemeden görmek, anlamak ve kabul etmek demektir.



Tabi ki bunu yapmak söylendiği kadar kolay değildir. Çünkü hayatta yaşadığımız her olay her zaman objektif bir şekilde bakıp olduğu gibi kabul edebileceğimiz kadar hafif olmayabiliyor. Özellikle kontrolümüzün dışında, herhangi bir şekilde müdahale edemediğimiz durumlar karşısında çok çaresiz ve mutsuz hissedebiliyoruz. Bunun sonucunda ortaya öfke, acı, kaygı gibi duygular ve beraberinde şikayet etme, direnç gösterme gibi tepkiler çıkabiliyor. Bu tepkileri vermemiz ve bu duyguları hissetmemiz elbette ki çok doğal ancak bir yerde yaşadığımız olumsuz deneyimi kabullenip durumun içinden çıkabilmek için yeni yollar aramamız gerekiyor. Bu noktada kabullenmeyi öğrenmek hayatımıza ket vurmamızı engelliyor ve sağlıklı bir şekilde yola devam edebilmemizi sağlıyor.



“Bir atış sahasında top fırlatan bir makinenin önünde olduğunuzu düşünün. Hayat buna benzer. Makine size art arda toplar fırlatmaktadır. Siz de elinizde sopa ile duruyorsunuz. Toplar size doğru gelirken elinizde kaç seçenek vardır?

Sopanızı kaldırıp, hamlenizi alıp toplara vurmaya çalışabilirsiniz. Ya da orada öylece durup topların size çarpmasına izin verebilirsiniz. Hatta küçük bir öfke nöbeti bile geçirebilirsiniz. Çığlık atıp, toplara vurmayı reddedip bunun neden sizin başınıza geldiğine dair şikayetlerde bulunabilirsiniz. Ağlayabilirsiniz de.

Böyle yaptığınız zaman topların size gelmeyeceğini mi düşünüyorsunuz? Hayatınızda gerçekleşen olaylar karşısında sonuna kadar mutsuz olabilirsiniz ama hayat akıp gitmeye devam edecektir. İstekli olmanız, o toplara vurmaya çalışmanız demektir.”


Yukarıda yazdığım metaforu bir kitapta okudum ve beni çok etkiledi. Hatta bu yazının konusunu seçmeme sebep oldu. Hayat da bu top fırlatan makineye benzemiyor mu gerçekten? Yaşadığımız sürece sorunlar üzerimize fırlatılmaya devam edecek. Ayrıca bunun ne kadar iyi bir insan olduğumuzla, başımıza gelen durumu ne kadar hak ettiğimizle bir alakası da yok. Sonuçta hayatın bize dünyanın en iyi insanı olsak da rahatlık ve keyif gibi bir borcu yoktur. Burada söylemek istediğim yaşadığımız durumu kişiselleştirmek yerine bir adım dışarı çıkıp bakabilmek.


Örneğin, yaşadığımız bir olumsuzluk karşısında şöyle diyebiliriz:


“Neden ben? Bunu hak edecek ne yaptım? Nefret ediyorum bu hayattan ve bunu yaşıyor olmaktan! Yeter artık, dayanamıyorum!”


Bu sözleri sarf etmeye sonuna kadar hakkımız var. Sonuç olarak canımız çok acımış ve yaralanmışız. İstediğimiz kadar bu tutumu sürdürebiliriz. Peki ya sonra? Bu tutum bizi nereye götürür? Muhtemelen içinde bulunduğumuz durumun sürmesine hatta belki de büyümesine sebep olacaktır.


Bir de şöyle yaklaşmaya çalışalım:


“Evet ben bu sorunu yaşıyorum ve bu beni çok üzüyor. Çok güçsüz ve çaresiz hissediyorum. Benim yerimde kim olsa böyle hissederdi belki de. Acımı kabul ediyorum ve bunu yaşayacağımı biliyorum. Peki bu durumun hayatımda ve bende yarattığı yıkımlar neler? Bundan sonraki süreci yönetmek için neler yapabilirim?”


Bu yaklaşımın kabullenici bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz. Acı yine aynı acı, durum aynı durum. Farklı olan şikayet eden bir dilden çıkıp çözüme yönelik bir tutum sergilemek. Belki yaşadığımız durumu değiştiremeyeceğiz ancak kabullenmeyi öğrendiğimiz taktirde sonrası için yeni yollar bulabiliriz.


KABULLENME VE ACI

Size yapılan bir deneyde fiziksel acıyı kabullenmenin hissedilen acıyı %40 azalttığını söylesem bana ne derdiniz?

Sanırım kaygı, öfke gibi ruhsal acıdan ziyade fiziksel acılardan çok daha fazla korkuyoruz. Bu sebeple kabullenmenin fiziksel acı üzerinde azaltıcı bir etkisi olduğunu öğrenmek beni çok şaşırtmıştı.


“National University of Ireland’da bulunan araştırmacılar gitgide artan elektrik akımlarına maruz kalan öğrencilerin dirençlerini ölçtüler. Öğrenciler iki gruba ayrıldı. İlk gruptakiler dikkatlerini dağıtmaya yönelik telkinler aldılar. İkinci gruptakiler kabullenme metodları üzerine çalıştılar.İki grup da bu telkinlerden önce ve sonra teste tabi tutuldular. Kabul etme üzerine bir telkin aldıktan sonra deneye katılan öğrenciler elektrik şoklarına deneyin ilk kısmında dayanabildiklerinden daha uzun dayanabildiler, fakat dikkatlerini dağıtan telkin alan öğrenciler herhangi bir değişim göstermediler.”


Kabullenmeyi öğrenmek ve bunun üzerine bilgi sahibi olmak yaşanılan fiziksel acıyı neredeyse %50 ye yakın bir oranda azaltabiliyor. Bu durumu yaşanılan olumsuz olaylara da genelleyebiliriz.

Ayrıca yine yapılan araştırmalara göre günde 10 dakika meditasyon yapmanın kabullenme hızını arttırmaya yönelik olumlu bir etkisi olduğu bulunmuş.


KABULLENMENİN TEMEL ADIMLARI


Kabullenmeyi hayatınıza daha kolay entegre edebilmek için aşağıdaki üç adımı uygulayabilirsiniz:


1-Elinizden daha fazlasının gelmediği anı fark etmek için çabalayın. Başınıza gelen bir olay karşısında yapabileceğiniz şeylerin sınırları vardır. O sınırın nerede bittiğini fark etmeye çalışın. Diyelim ki konu üzerine etraflıca düşündünüz ve elinizden geleni yaptınız. Yine de yaşadığınız durumu değiştiremiyor ve engelleyemiyorsunuz. Burası sizin sınırınızdır işte. Bu noktayı belirlemek için kendinize dürüst davranın ve daha fazlasını yapamayacağınızı kabullenmenin zamanı geldiğini düşünün.



2-İpleri Salın. Hayatınızda her şeyi kontrol edemezsiniz. Her ne kadar her şeyi detaylıca planlamış olsanız da hayat bazen size sürprizler yapar ve işler ters gider. Olayları ne kadar çok kontrol etmeye çalışırsanız hayatınızı dengede tutmanız o kadar zorlaşır.


Elinizde bir yumurtayı sıkarak korumaya çalıştığınızı düşünün. Çok gevşek bırakırsanız yere düşecektir, çok şiddetli sıkarsanız avucunuzda kırılacaktır. Hayat da böyledir. Sorumluluğu tamamen reddederseniz ipin ucunu kaçırırsınız ancak gerektiği kadar kontrol gösterirseniz stresi de azaltmış olursunuz. Her şeyi kontrol edemeyeceğinizi anladığınız anda ipleri gevşetmeyi öğrenin. İzin verin hayat olayları istediği gibi geliştirsin.


3-Aklınızdakileri bırakın gitsin. İlk iki adımı uyguladıktan ve kontrolü bırakmayı öğrendikten sonra yapacağımız şey düşüncelerimizi salmaktır. Elimizden geleni yaptıktan sonra yine de durum değişmiyorsa zihnimizle kendimizi dövmenin bi anlamı yoktur. Olay üzerine tekrar tekrar düşünüp sızlanmak yerine deneyimimizden dersler çıkarmalı, yeni yollar bulmalıyız.



KAYNAK:

Öfke Kontrol Rehberi \ Dr. Robert Puff & Dr. James Seghers



Hazırlayan: Perna Erkol

34 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page